Aşk

Kitap
Elif Şafak‘ın son romanı AŞK raflardaki yerini alıyor. Aşk, bir roman gibi görünse de aslında roman içinde bir başka romanı da sunuyor okuyucusuna. Şafak, kitabında, biri günümüze ait, diğeri 12...
EMOJİLE

Elif Şafak‘ın son romanı AŞK raflardaki yerini alıyor. Aşk, bir roman gibi görünse de aslında roman içinde bir başka romanı da sunuyor okuyucusuna. Şafak, kitabında, biri günümüze ait, diğeri 1200’lü yıllarda geçen iki öyküyü anlatıyor. Başlangıçta ayrı gibi görünen bu iki öykü, bir ‘öz’de yani aşkta birleşiyor.

Roman, Amerika’da yaşayan ve sürdürdüğü hayatı olduğu gibi kabullenmiş bir ev hanımının, Ella Rubinstein’in öyküsü ile başlıyor. 40 yaşından sonra bir yayınevinde çalışmaya başlayan Ella’nın, ilk görevi, adı duyulmamış bir yazarın Aşk Şeriatı adlı romanını okuyup hakkında rapor yazmaktır. Bu görev, Ella’nın hayatında köklü bir değişime neden olur ve Mevlânâ ile Şems’in hayatlarını anlatan bu roman sayesinde kendini sorgulamaya başlar; tasavvufla tanışır. Roman içindeki diğer romanda ise Şafak, Mevlânâ ve Şems-i Tebrizi’nin dostluğuna odaklanıyor ve bizi 1200’lü yıllara, Bağdat’tan Konya’ya, İlahi aşkın öyküsüne götürüyor. Okur, Mevlânâ’nın Şems’le tanıştıktan sonraki değişimini, Mevlânâ’nın aile bireylerinin, meyhanecilerin, fahişelerin, cüzzamlı dilencilerin, köktendincilerin ve sıradan pek çok kişinin dilinden dinliyor. Şafak, günümüzle geçmiş arasında bir köprü kurarak, bugünün insanının sorunlarını ve sorularını roman kahramanlarının hayatlarıyla ve Şems’in ’40 Altın Kuralı’yla cevaplıyor. Aşk’ın bütün bölümleri Mev-lânâ’nın büyük eseri Mesnevi’den mülhem ‘B’ harfiyle başlıyor. Okuru kendi iç dünyasına dair sorular sormaya ve içsel bir yolculuğa çıkmaya çağıran kitap, dindarlık ve inanç arasındaki farkı sorguluyor ve okuru inancın özündeki aşkı bulmaya davet ediyor.

Yazar son romanını şu sözleriyle anlatıyor:

Aşk’ı yazmak

"Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lâl oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy…"

Böyle başlıyor yeni romanım AŞK’ın içindeki roman. Bu kez, iki katlı bir rüya sunuyorum okurlara. Roman içinde roman, hikâye içinde hikâye, aşk içinde aşk anlatıyorum. Kitabın ismi belki kimilerine basit gelecek. Öyle ya, pek fiyakalı bir isim sayılmaz. Ne kelime oyunları yapıyor ne de dolambaçlı anlatımlar peşinde koşuyor. Son derece temel, som, tek bir kelime: Aşk! Önü arkası boş. Yalnız, sakin, dingin… Öylece bir başına.

Ama belki de romanın ismi gücünü tam da gösterişten uzak olmasından alıyor. Aşk kelimesinde hem bir tevazu var hem de kendinden emin bir duruş. Halbuki nedense genellikle bu kelimeyi bir tamlamayla, takviyeyle kullanma gereği duyuyoruz. Aşkın hiçbir sıfata ihtiyacı yok ki. O başlı başına bir dünya, nasıl kategorilere sığsın? Bu yüzden kitabın sloganı: "Ya içindesindir aşkın, merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde."

Siz bu yazıyı okurken AŞK kitapçılara henüz dağıtılmakta. Fırından yeni çıkmış ekmek gibi dumanı üstünde, sıcacık, taptaze. Bir romancı için aylarca, mevsimlerce gece gündüz emek verdiğiniz kitabı nihayet raflarda görmek tuhaf bir his. Bir yandan mutluluk duyuyorsunuz; anlatığınız hikâyeyi okurlarla paylaşmanın nazenin heyecanı içinde. Bir yandan burukluk hissediyorsunuz; ayrılık hissine benzer bir his saplanıyor yüreğinize. Romanınızı uğurluyorsunuz. Gitsin, kendi yolunu bulsun. Onu sevecek, anlayacak, ruhdaşı olacak okurları bulsun diye.

Bu romanda okura yüreğimi açtım. Tasavvuf benim sırrımdı, o sırrı aşikâr ettim. Şems ve Mevlânâ hakkında bir kitap yazayım arzusuyla kaleme almadım bu kitabı. Ben "aşk"ı anlatmak istedim. Buydu çıkış noktam. Hem dünyevî hem manevî boyutlarıyla aşkı yazdım. Zıt gibi görünen karakterleri yan yana getirerek evrensel bir öz yakalamayı arzuladım. 2008 senesinde Boston’da yaşayan üç çocuk annesi mutsuz bir Yahudi Amerikalı kadın için Mevlânâ ne ifade ediyor, bu sorunun cevabını kovaladım.

Son tahlilde, beşerin tabiatı şaşmaktır. Elbette hatalar, kusurlar olabilir. Yoksa Şems’i, Mevlânâ’yı yazmaya kalkıp da her şeyi anladığını iddia etmek "kibir" olur. Ama şunu samimiyetle söyleyebilirim: Ben bu romanı aşkla yazdım, aşkla okunmasıdır temennim.