15 ağaç için başlayan eylem başka şeye dönüştü

Olaylar
Nil Gülsüm’ün röportajı Gezi Parkı protestoları son on günün gündemi. Çevre duyarlılığıyla başlayan küçük ve apolitik bir eylemin Türkiye’nin önemli şehirlerine yayılması, farklı kesimlerden insanları...
EMOJİLE

Nil Gülsüm’ün röportajı

Gezi Parkı protestoları son on günün gündemi. Çevre duyarlılığıyla başlayan küçük ve apolitik bir eylemin Türkiye’nin önemli şehirlerine yayılması, farklı kesimlerden insanların bu gösterilere katılması, üzerinde dikkatle durulması gereken bir nitelik arzediyor. Konunun elbette çok boyutlu bir yapısı var. Tayip Erdoğan liderliğinde yaklaşık on bir yıldır büyük atılımlar yapan Türkiye’nin istikrarından rahatsızlık duyanları işaret edenler de var, 28 Şubat yargılamalarında sivil ayağa gelinmesini gerekçe sayanlar da. Sorular çok ve derin analiz gerektiriyor. Bu yüzden Gezi Parkı olayına ilişkin analiz ve tespitlerini almak üzere sorularımı A Haber danışmanı gazeteci-yazar Hüseyin Kocabıyık’a yönelttim. 28 Şubat sürecini içeriden ve etkili bir noktadan takip eden Kocabıyık, Gezi Parkı gösterilerinin kodlarını Milat okurları için ele aldı. 

Taksim’de başlayan ve kısa sürede tüm Türkiye’ye yayılan Gezi hadisesini ana hatlarıyla nasıl değerlendirirsiniz?

Gezi hadisesini ortaya çıkaran sebeplerden bir tanesi, Türkiye’nin ilerleyen demokrasisi ve bu ilerleyen demokrasi içerisinde insanların enlemesine ve boylamasına bir özgürlük duygusuna sahip olmasıdır. Türkiye’de son on yıldaki demokratikleşme sürecinde böyle bir nesil yetişti. İstanbul’da, özellikle de Taksim civarında çok renkli, değişik kültürlerden gelen, özgürlük duygusu aşırı gelişmiş ve bu özgürlük ortamı içerisinde kendine yeni anlam alanları arayan bir nesil ortaya çıktı. Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini engellemek gibi bir durum ortaya çıktığı zaman, bu kitle kendileri için bir anlam dünyası elde ettiler. Dolayısıyla bu onların anlam dünyasıyla ilgili olduğu için, eylemin ilk safhasını samimi, anlamlı ve insani refleksler içeren bir durum olarak görüyorum.

Olayların bu noktaya gelmesini polisin orantısız güç kullanmasına bağlayanlar var. Ne dersiniz?

Polisin sabahın bir vakti yaptığı baskın haricindeki tüm müdahaleleri bir demokratik devlette normal karşılanacak şeylerdir. Bu konuda herkesten farklı düşünüyor ve polisin tavrını savunuyorum. Ben, devleti içeriden tanıyan ve yıllardır da toplumsal meselelere kafa yoran birisi olarak tespitlerde bulunuyorum. Eğer polisin yaptığı -sabah beş baskını hariç- tüm müdahaleler olmasaydı, bugün sokaklar teslim alınmış,  Türkiye’nin istikrar seviyesi son derece riskli bir noktaya inmiş olurdu. Belki de evlerimizden dışarıya çıkamadığımız bir ortam içinde olurduk.

Kim teslim alırdı?

Ağırlıklı olarak sokaklara egemen olan kesim halktır. Bunda hiç tereddüt yok. Fakat bizim toplumsal mücadeleler tarihimizde göz ardı edemeyeceğimiz, defalarca yaşadığımız tecrübeler var. 27 Mayıs’ta tarihin en başarılı yönetimlerinden birisi olan Menderes döneminde Kızılay’ın tıpkı Taksim gibi bir rol üstlendiğini görüyoruz. Bu girişim çok masum bir hareketti. Ama o hareket, Türkiye’yi 27 Mayıs’a taşıdı. Sokaklarda başlayan o kalkışma, 27 Mayıs’ı meşrulaştırdı. 12 Mart’ta da masum öğrenci hareketleri olarak başlayan eylemlerin ardından aynı şey yaşandı. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra yine sokağa hâkim olan gençlik eylemlerinin ardından 12 Eylül ortaya çıktı.

28 Şubat benzetmeleri için yorumunuz…

28 Şubat’ı hepimiz çok içinden yaşadık. O dönemde de insanlar sokaklara döküldü. Hayat tarzları, laiklik gibi konularda samimi korkular vardı. Kadınlar tencere-tavalarla sokağa çıktı. Hiç kimse o kadınları suçlayamaz. Çünkü onlar çok samimi insanlardı ve halktı. Yine o dönemde ‘Aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemine başlandı. Bu eylem dünyanın en saf, en mantıklı eylemiydi.

Nasıl başka bir duruma evrildi o masum eylemler?

Çok değil, bir hafta geçmeden bu eylemlerin bir darbeyi, askeri müdahaleyi meşru kılan bir meşruiyet gerekçesi haline döndüğünü gördük. Bugün benim söylemeye çalıştığım tam da budur. Bu insanlar kuşkusuz halk. Eylemler sırasında sergilenen vandalizmin üzerinde de hiç durmuyorum. Ama insan defalarca yaşadığı tecrübeyi yok sayarsa bu ahmaklıktır. Bu eylemlerin oligarşik sermayenin Türkiye’deki istikrarın belini kırma arzusuna hizmet eder hale geldiğini görüyorum.

EYLEM BAŞKA ŞEYE DÖNÜŞTÜ

Eylemcilerin hatası ne oldu?

İlk üç-dört günde bu eylemler bitseydi, eylemciler tarihin en büyük demokrasi zaferlerinden birisini kazanmış olacaklardı. Aslında bu eylemi Başbakan geziden dönmeden önce bitirmiş olsalardı, AK Parti’nin içine bir bomba koymuş olacaklardı. Eylemciler, ‘Tayyip Erdoğan bu olayları gerdi, ama Abdullah Gül düzeltti’ şeklinde bir akıl da kullanmış olacaklardı. Ama eylemi kesmediler. 15 tane ağaç için başlayan bir eylem başka bir şeye dönüştü.

Nasıl?

Taksim’deki eylemcilerin ortaya koyduğu bir felsefe, insanlık idealine yönelik bir kavram, Türkiye’yi ilgilendiren somut bir talep yok. Bu kadar insan ayaklandı ve sonunda iş Taksim Gezi Parkı’ndakilerin muhtıra vermesine geldi. Talepleri ‘Şu Vali’yi alın, şu kişiyi alın, şu işi yapmayın’ şeklinde ortaya çıktı. Bu mudur yani, bütün her şeyi bunun için mi yaptınız? Sonuçta Taksim Meydanı dışındaki yerlerde ve başka illerde yapılan gösterilerde işi ‘Tayyip Erdoğan istifa’ noktasına getirdiler. Bu tam da benim söylediğim şeydir.  Mesele toplumun renkli, iletişim araçları ve demokrasi ile gelişmiş olan özgürlük duygusunun, ağaç meselesinden neşet eden halden çıkarak, hükümet devirme ve hükümetin istifasını isteme noktasına geldi. Eğer hükümet bu süreci engellemez ve olaylar on gün daha devam ederse, Türkiye’nin gündemi yavaş yavaş kurtulmaya başladığı rejim tartışmalarına varacak.

EYLEM UZAYINCA TADI KAÇTI

Olaylar hükümeti nasıl etkiledi?

Tayyip Bey, bir lider. Bunu yaşanan bu hadiseyle birlikte bir kez daha gördüm. Tayyip Bey, duygusal bir insandır. ‘Ben bu millet için bu kadar hizmet yaptım, karşılığı bu muydu’ gibi bir duygusallığı yaşadı ilk başta. Kabul etmek lazım ki, göstericiler ilk etapta hükümeti iyice sarstı. Ama eylemi uzatınca işin tadı kaçtı ve durum tersine dönmeye başladı.

Bundan sonra ne olur?

Tayyip Erdoğan’ın Mağrip gezisi esnasında Cumhurbaşkanı’nın yaptığı hamleler bana göre yerindeydi. Tayyip Bey’in de bu geziden hem göstericilerle diyalog kapılarını açık tutmak, hem de diz çökmüş, teslim olmuş, taviz vermiş görüntüsü vermemek kararıyla döndüğünü düşünüyorum.

Başbakan Erdoğan’ı karşılayan kalabalık ve oradan aldığı destek nasıl bir sonuç doğurdu?

Bu ülkede halk, sadece gösteri yapan, aslında azınlık olan kişilerden ibaret değil. Onlar da halk dediğimiz şeyin bir parçası. Bu hamlenin ertesinde hem göstericilerin azminde bir kırılma yarattı, hem de içerideki ve dışarıdaki dengeleri düzenledi. Batı, ‘Ne oluyor, Tayyip Erdoğan çöküyor mu’ gibi bir beklentiye girmişken hemen toparlandılar. Tayyip Erdoğan’a halkın sahip çıktığını gördüler.

İSTİKRARI SAĞLAYAN KİŞİ ERDOĞAN’DIR

Batı medyasının olaylara geniş yer vermesini neye bağlıyorsunuz?

Benim net olarak gördüğüm şey, Tayyip Erdoğan Türkiye’de istikrarı sağlayan adam. İstikrar ise, Türkiye’de her şeyi ilgilendiren merkezi bir meseledir. Bugün Türkiye’de refah artışı oluyorsa, kalkınma gerçekleşiyorsa, şehirler yenileniyorsa, savunma sanayi ilerliyorsa, kuvvetli bir dış politika uygulanıyorsa, demokrasi gelişiyorsa ve yeni bir orta sınıf oluşmuşsa, bütün bunların sebebi istikrarın sağlanmasıdır. Ama istikrar normal olarak baktığımız zaman Türkiye için böyle olağanüstü pozitif değerler üreten bir şeydir.

ERDOĞAN KISIRDÖNGÜYÜ PARÇALADI

Normalin dışındaki seyrini nasıl anlatırsınız?

Türkiye’deki yerleşik oligarşi ve küresel faiz lobisi denilen kesim açısından bakıldığı zaman istikrar kendilerine çalışan bir tezgahın bozulması demektir. Türkiye istikrarlı olduğu için faiz düşüyor. Bundan on sene önce bütçenin yüzde 46’sını faiz harcamalarına ödüyorduk. Ve o yüzde 46’yı ödemek için de millete müracaat ediliyordu. Böyle bir kısırdöngü devam edip duruyordu. Tayyip Erdoğan bu kısır döngüyü parçaladı. O düzeni parçalayarak yeni bir düzen kurdu. Kurulan bu yeni düzen,  faiz lobilerine giden kaynaklara el koyarak, bu payı halkın hayat kalitesini yükseltmeye harcıyor. Bugün bu göstericiler nasıl bu kadar çabuk organize oldular diye soruluyor. Aslında gayet basit.

Nasıl?

Bu göstericiler Türkiye’nin çok büyük yatırım yaptığı bilişim sektörünün getirdiği imkanlardan yararlandılar. Sosyal medyayı dünyada en fazla kullanan ülkeler arasındayız. İkinci olarak, ayaklanan üniversite öğrencilerinin burs ve harçlar için hiçbir şey yapmadıklarını görüyoruz. Kılık-kıyafetlerine bakıldığında hepsi orta sınıf ailelerin çocukları. Türkiye’de son on yılda 2 milyon 600 bin aile orta sınıf düzeyine yükseldi. Orta sınıf büyüdü ve Türkiye’nin sosyolojik omurgası bu sınıfa dayalı oldu. Bu AK Parti iktidarının getirdiği müthiş bir başarıdır.

Sokağa çıkan gençlerin sosyal konumları ve psikolojileri nasıl?

Bütün iktisatçılar ve sosyologlar bilirler ki, orta sınıfı güçlü olan bir ülke, büyüyen ve güçlenen bir ülkedir. Fakat orta sınıfın çocukları lümpenleşiyor. Taksim’deki veya başka yerlerdeki benim vatandaş olarak telakki ettiğim gençler, AK Parti’nin ortaya çıkardığı orta sınıfın lümpenleşmiş gençleridir.  Bu gençler twitter üzerinden kendisine bir sosyal çevre oluşturuyor ve buradan bazı networklere dahil oluyor. Kitap okumayan, sosyalleşmeyen, sinemaya doğru düzgün gitmeyen bu gençlerin anlam dünyaları kayboluyor ve sonra bir gün o twitter üzerinden oluşan ve dahil oldukları o sosyal cemaatlerden birinden gelen ‘Ağaç kesiyorlar, direnelim’ mesajı üzerine o eyleme katılmak onun anlam dünyası arayışına denk geliyor ve buna bir mücahit edasıyla dahil oluyor. Çünkü içindeki o anlam boşluğunu ağaçları koruma eylemiyle dolduruyor. Bu durum manevi açıdan o kişiye iyi geliyor.

OLİGARŞİK YAPI ERDOĞAN’DAN RAHATSIZ

Olayların zamanlaması için ne dersiniz?

Uluslar arası çevreler ve odaklar, vesayet sistemi varken, Türkiye’de istikrar bozacak organlara sahiplerdi. Hükümet 2010 referandumundan sonra bu vesayet sisteminin istikrarsızlık oluşturan organlarını, bir takım çeteleri ve darbeci zihniyeti elimine etti. Bunlarla oligarşik sermaye arasında her zaman doğrudan bir ilişki vardı. Biz 28 Şubat’la ilgili tespitlerimizi ortaya koyarken hep bunu söylüyoruz; TBBM 28 Şubat Araştırma Raporu da bunu söylüyor. Türkiye’nin 291 milyar dolarlık kaynağı o dönemde heba edildi, yağmalandı.

Nereye gitti bu kaynak?

Bahsettiğim oligarşik yapıya gitti. Tayyip Erdoğan, oligarşik sermaye ile Türkiye hazinesi arasındaki hortumu kesen kişidir. Onlardan alıp, halka aktararak halkın hayat kalitesini yükselten adamdır. Bugün Tayyip Erdoğan, İstanbul’a köprü  yapıyor, havalimanı yapıyor, ama dikkat ederseniz yerleşik oligarşik sermaye bunların hiçbirini yapamıyor ve tarihe hiçbir iz bırakamıyorlar, Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı siyasetten dolayı.  Ben onların ‘Tayyip Erdoğan kaldığı sürece, bizim Türkiye’deki pastadan aldığımız pay giderek küçülüyor. Erdoğan kaldığı sürece istikrar devam edecek’ diye düşünüyorlar.

ESKİ DÜZENİ ÖZLEYENLER VAR

Sadece düşünüyorlar mı?

Bakın bu odakların 2002, 2003, 2004, 2005, 2007 ve 2009’da darbe girişimleri oldu.  Bunu başaramadılar. Öte yandan askeri vesayet sistemi de tasfiye oldu. Bundan on sene önce bunların gelirlerinin yüzde 85’i faizdi, faaliyet dışı kardı. Bir de bunların küresel uzantıları var. Bunlar eski düzeni özlüyor ve tekrar istiyorlar.

Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık ihtimali de etkili mi yaşananlarda?

Tabi. Onlar Tayyip  Erdoğan’ı siyasi olarak daha da güçleneceği bir formülasyon içerisinde görerek, ‘Bu adam bu haliyle bizim alanımızı bu kadar daralttıysa, bir de başkanlık sistemi veya partili cumhurbaşkanlığı sistemi gelirse bizim varlığımız için ciddi bir tehdit oluşur’ diye düşünüyorlar. Pek haksız da değiller. Çünkü Tayyip Erdoğan onlardan alıp halka veriyor, gelişmekte olan girişimci sınıfı destekliyor. Bahsettiğiniz köprü, havalimanı ve benzeri olayların içinde bunlar hiçbir şekilde yer almıyorlar. Ve bunlar için acı verici ve korkutucu bir durum. O yüzden bu durumu değiştirmek çabası içindeler.

Nasıl yapılabilir bu?

Bunlar üniversiteyi, Taksim olayında olduğu gibi sosyal olayları ve sosyal meselelere duyarlılık gösteren insanları, üçüncü olarak da futbol seyircisini kullanarak hedeflerine ulaşmak niyetindeler.

BU DURUM GELEN BİR ŞEYDİ

Yaşanan son gelişmeler beklenen bir olay mıydı o halde?

Bu durum beklenmeyen bir şey değildi, gelmekte olan bir şeydi. 15 Ocak 2011’de Galatasaray Arena Stadı açılırken, o stadı Galatasaraylılara hediye eden başbakan olmasına rağmen açılışta yuhalandı. Bunun arkasından Haziran’da genel seçimlere gidilirken İnan Kıraç çıkıp, “CHP kazanacak” dedi. Kıraç’ın bu açıklamasından sonra The Economist Dergisi de seçimleri CHP’nin kazanacağını yazdı. Ardından üniversite eylemleri başladı. Bu eylemlerde de yurt, burs gibi taleplerde bulunmadılar, yumurta attılar.

YUMURTA ATIP İTİBARSIZLAŞTIRMAK İSTEDİLER

Amaç neydi?

Siyasetçiyi, özellikle iktidar siyasetçilerini itibarsızlaştırmak istiyorlardı. Sonrasında DHKP-C sahneye çıktı. Öncesine gidersek cumhuriyet mitingleri oldu. Birdenbire Aleviler üzerine oyunlar oynanmaya başladı. O Aleviler ki, 1950’den bu tarafa demokrasi tarihimizde sadece Menderes döneminde bir de Tayyip Erdoğan döneminde dayak yemediler. Onun dışında katliamlar, Madımak, Çorum, Sivas, Kahramanmaraş olayları gibi hadiselerin muhatabı oldular. O Tayyip Erdoğan ki, Alevilerin taleplerini anlamak ve istediklerini vermek için çalıştaylar düzenledi.

İyi niyetle başlayan eylemler nasıl şiddetle buluştu?

Benim iddiam şu; eğer 1 Mayıs’ta eylem yapmak isteyenler Taksim’e girebilseydiler, şu yaşadığımız olay o gün başlayacaktı. Ben ısrarla bunun bir kurgu olduğunu söylemeye çalışıyorum. Başka bir örnek daha verecek olursak, Fenerbahçe-Galatasaray maçı olduğunda Fenerbahçe taraftarı ‘İstifa’ diye tempo tuttular. Erdoğan’ın Fenerbahçe’li olduğu bilindiği için bu yapıldı. Kısacası vatandaşın zihnindeki istikrar duygusunu kaos ile değiştirmeye çalışıyorlar. Birileri açıkça Türkiye’deki istikrarı bozmak istiyor. Çünkü ekonomik hamleleri durdurmanın  tek yolu buradan geçiyor. Bakıldığı zaman bütün darbe girişimlerinin öncesinde ve sonrasında oligarşik sermayeye, belli medya kuruluşlarına külliyetli kaynak transferleri yapılır. Eskiden hazine müsteşarları hep bir holding tarafından tayin edilirdi. Şimdi ise o konumlarda hep halk çocukları bulunuyor.

KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜNÜ İSTEMEYENLER VAR

Bu hadiselerin Kürt meselesi ile de bir bağlantısı var mı?

Kesinlikle bağlantılıdır. Çünkü Kürt meselesi Türkiye istikrara sahip olduğu için çözüm yoluna girmiştir. Kürt meselesi ve istikrar birbiriyle doğrudan alakalı bir konudur. Bugün Taksim’de masum bir cemaatin, grubun başlattığı bu eylemin böylesine sokaklara yayıldıysa, bunun bir sebebi de Kürt meselesinin çözümüne engel olmaktır.

Mezhep çatışması ihtimali ne dersiniz?

Bunu istiyorlar. Çünkü bu ülkede bazı fay hatları bulunmakta. Yoksulluk, Kürt meselesi, Alevi meselesi bu hatlardan bazıları. Yoksulluk hattı ortadan kalktı. 30 yıldır oluşturulmuş olan fay hattı da halloldu. Geriye bir tek Alevi fay hattı kalıyor.  Şimdi de onu kırmak istiyorlar. Türkiye’de demokrasinin en kritik en önemli günü 12 Eylül 2010 referandumudur. Bugün Kürt sorunu çözülüyorsa, her ne kadar ayaklanmalar olsa da belli odakla elde etmek istediği sonuçları elde edemiyorsa, Türkiye bir istikrarsızlığa kapılmıyorsa hep bu sebepledir.  Vesayet sistemi dediğimiz şey korkunç bir örgütlenmeydi. Asker, medya, büyük sermaye, bir takım sivil toplum kuruluşları, CHP, açık-gizli yapılardı. Bunlar birden harekete geçtiği zaman 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat gerçekleşiyordu. Bunların büyük çoğunluğu tasfiye edildi, henüz tasfiye edilemeyenlerine ben ‘Ergenekon Kalıntıları’ diyorum.

KARANLIK EL OLİGARŞİK SERMAYE

Son eylemin üzerinde karanlık bir elin olduğunu söylüyorsunuz. Bu el, sizin tabirinizle Ergenekon kalıntısı mı başka bir güç mü?

Ergenekon kalıntısının Türkiye’de hala DHKP-C gibi bazı oluşumları yönlendirmekle beraber onları da yöneten güç oligarşik sermaye olduğu için karanlık el oligarşik sermayedir.

28 ŞUBAT’LA DA İLGİSİ VAR

28 Şubat iddianamesi ile bu olaylar arasında bağ kurulabilir mi?

Ben ilk başta bir bağlantı kuramamıştım. Savcının hazırladığı iddianamenin ayrıntıları ortaya çıkınca ben ilişkisini kurdum. 28 Şubat savcısı işin askeri ayağını çözdükten sonra, sivil yanına da yönelecekti. Bu bilenen bir şeydi. Şu eylemi böylesine kutsallaştırmanın ve Tayyip Erdoğan’a dönük bir hale getirilmesinin nedenin bu olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de istikrarzedeler, Tayyip Erdoğan’ın da elini kolunu kırabilirse, 28 Şubat’ın ucu onlara uzanmaz. Bu çok açık bir durumdur. Onlar bu ilişkiyi kurabildikleri için Gezi Hadise ortaya çıktığında sevindiler. ‘Gezi Parkı protestoları sadece ağaçları değil, bizi de kurtaracak’ diye düşünüyorlar.

28 Şubat soruşturmasında sivil ayağın ortaya çıkarılması neden önemli?

28 Şubat sadece askerlerin üzerine yıkılacak bir hadise olursa bu bir yüzleşme olmaktan çıkar. Çünkü asker tetikçi. Onları hazırlayan oluşumlara bakmak lazım. 28 Şubat’ın altını kazırsak, altından sermaye çıkar. O dönemde beşli çete işin içindeydi. Koç Grubu da açıkça destekledi. Rahmi Koç, Güneri Civaoğlu’nun programında 28 Şubat’ı desteklediğini söyledi. Yargının bir kısmı ve medya destekledi. 28 Şubat’ın esas yaratıcıları hala dışarıda duruyor. Geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin otobanlarını alan holdingin ihalesinin iptal edildiğini de hatırlatmakta fayda var. Önümüzdeki süreçte 28 Şubat nasıl deşifre olduysa bu süreçte deşifre olacaktır.

MHP’Yİ TAKDİR EDİYORUM

Bu süreçte muhalefetin takındığı tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben, herkes gibi, özellikle MHP’yi çok takdir ediyorum. MHP lideri iktidar ile kaosu yer değiştirme çabasını gördüğü için partisini ve tabanını bu işten uzak tuttu. Ayrıca Devlet Bahçeli, hep böyle kritik noktalarda demokrasiye oynayarak devreye giriyor. BDP, çözüm süreci devam ettiği için uzak durdu, iyi de oldu. CHP’nin eleştirdiğim yönleri oldu. Zaman zaman bu olayı sömürmeye teşebbüs ettiler. Taksim’deki o kitleden pek kabul görmediler. Olayın başlamasından birkaç gün sonra Kılıçdaroğlu’nun da Bahçeli gibi bu işin kötü bir yere doğru gittiğini görerek tabanına ve göstericilere bir takım olumlu telkinlerinin olduğunu gördüm. Sorumlu bir çizgiyi yakaladı. Bana göre Başbakan’ın Bahçeli’ye olduğu gibi Kılıçdaroğlu’na da bir teşekkür borçlu olduğunu düşünüyorum. Kılıçdaroğlu, bu durumdan bir pay çıkarmayı kafasına koysaydı, bunu da yapabilirdi ama sorumlu davrandı.

HÜKÜMET YUMUŞAK YOL İZLEMELİ

Hükümet tüm bu yaşananlardan sonra nasıl bir yol izlemeli?

Hükümet sert değil, yumuşak bir tavır sergilemeli. Anadolu’da ‘Diken battığı yerden çıkar’ diye bir vardır. Madem ki bazı çevreler Gezi Parkını kullandılar. O zaman hükümet işin kaynağına Gezi Parkı’na gitmeli. Benim bile yer yer sempati duyduğum o kesimle temas kurmalı, onları anlamaya çalışmalı. Öfkelenmemeli, çünkü halk yetkiyi öfkelenilsin diye vermedi. Bu işleri barışçı bir şekilde çözmek gerekir. Ve toplumsal değişimlerin nabzını iyi tutmak gerekiyor. Aleviler üstünde oynan oyunu bozmak için Alevi Çalıştaylarının yeniden hız kazanması gibi yeni çalışmalar yapılmalı. Hükümet amacı o olmasa bile bazen ideolojik tutumlar takınıyor. Mesela içki meselesi ile ilgili çok doğru bir düzenlemeyi, sanki bir dünya görüşünün empozesi gibi sunabiliyor. Arabasının arkasına Atatürk imzası koyacak cesur kişiler yaşıyorsa, bu ülkede onları rahatsız edecek üsluptan uzak durmak lazım.

Milat