Vardar’ın İki Yakası

Doğal Yaşam
Hazırlayan: Hasan Ramazan Yılmaz Balkanlarda dolaşın… Üç-beş ülkenin sınırları içinde gezinin… Gittiğiniz yerlerde selamınızı alanlar arasında daima Osmanlı’nın sâdık dostu A...
EMOJİLE

Hazırlayan: Hasan Ramazan Yılmaz

Balkanlarda dolaşın… Üç-beş ülkenin sınırları içinde gezinin… Gittiğiniz yerlerde selamınızı alanlar arasında daima Osmanlı’nın sâdık dostu Arnavutları bulacaksınız. Makedonya’dan Arnavutluk’a, Kosova’dan Karadağ’a ve Hırvatistan’a kadar 7 milyonun üzerinde Arnavut’u Balkanların kâdîm unsurları arasında zikretmek gerekir. 1422’de Osmanlı Devleti’ne katılan Arnavutlar, Batı’nın, başına ulus devletleşme furyasını doladığı Balkanlarda son ânâ kadar Osmanlı’nın yanında olmaya devam etmişlerdir.

manastırBalkanlarda yol almaya Prizren’den Makedonya’nın başkenti Üsküp’e geçerek devam ediyorum. Selamımı alanlar arasında hâlâ Arnavutlar yoğunlukta. Balkanlarda coğrafi olarak bir merkez, bir orta nokta arayanlar için Üsküp en iyi seçeneklerden biri olurdu diye düşünüyorum. Kuzeyden, Kaçanik boğazından geçen yolu takip ederek Kosova’dan Üsküp’e gelmiştim. Üsküp’ün Kosova’dan daha da kuzeyinde Panon havzası üzerinden Niş’e ve Belgrat’a ulaşılıyor. Güneyde ise Vardar vadisinden Selanik’e ve Ege denizine yol çıkar. Üsküp’ün doğusunda Kumanova üzerinden Bulgaristan’a geçebilirsiniz. Batı yönünde ise İşkodra üzerinden Karadağ, Hırvatistan ve Bosna’ya uzanılabilir, aynı benim yaptığım gibi.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

Balkanlar anıldığında hep bir mozaik’ten söz edilir ya, Üsküp de böyle bir mozaik misali. Ancak Balkanlarda tek ve sabit anlamlı bir mozaikten söz etmek pek mümkün olmamıştır. Burada bahsettiğim mozaik aynı ütopyalar gibi, hem cennet, hem de cehennem tasavvurlarına yol açabilecek türden. Üsküp’e tarihin seyri içinde baktığınızda, belli dönemlerde ideal toplum çizimine imkân veren bir cennet mozaiği çıkar karşınıza. Son bir-iki yüzyıllık yakın geçmişte yaşananlara bakıldığında ise bu mozaik ancak bir kara ütopyanın ilhamını verebilir insanlara. Mozaiği oluşturan parçalara bakmak gerekir. Üsküp’te 500 bin kadar insan yaşıyor, Makedonya’nın toplam nüfusu ise 2 milyon’un biraz üzerinde. Nüfusun %65’ini Makedonlar, %23’ünü Arnavutlar, %4’ünü Türkler, %2,3’ünü Romanlar, %2’sini Sırplar, %0,4’ünü ise Ulahlar oluşturuyor. Bölgedeki dinleri göz önünde bulundurarak baktığımızda %66 oranında Ortodoks, %30 Müslüman, %1,7 Protestan, %0,4 Katolik yer almakta. Makedonya’da ayrıca %0,3 civarında Ateist yaşıyor.

Şehri bir bütün olarak görmemize imkân veren bir zirveden giriyoruz Üsküp’e. Vardar nehri akıyor orta yerden. Şehrin Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında ikiye bölünmesinin zihinlerdeki sembolü olmuştur Vardar nehri. Şehre yüksekten bakmak, tarih ve coğrafyayı bir arada okumayı mümkün kılabilir belki. Ancak, bu imkânın insanı vecd haline ulaştırabilecek bir otantik panorama sunmaktan uzak olduğunu düşünüyorum.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

Şehre indiğimizde Mustafa Paşa Camii’ni ziyaret ediyoruz. Mustafa Paşa Camii 1492 yılında inşa edilen külliyenin bir parçası. Üsküp İslam Birliği Meşihatı’nın bünyesindeki Cami TİKA tarafından restore ediliyor. 2006 yılında başlayan onarım çalışmaları Ramazan ayı bitmeden sona ermiş olacak inşallah. Bayram namazıyla birlikte İslam toplumu beş asırlık camisine yeniden kavuşacak. Caminin yanında Uluslararası Balkan Üniversitesi’ni görüyorum. Türkiye’den gelen öğrencilerin de bulunduğu, Balkanların yeni üniversitelerinden birisi. Üniversiteyi geçip çarşıya doğru ilerliyoruz. Vakit öğleni geçiyor. Yemekte Üsküp mutfaklarının garip kombinasyonlarından birini deniyorum. Türkiye’de birbirinden ayrı yemekler olarak hazırladığımız güveçte kuru fasulye ve ızgara köftenin bir arada buluşmalarına tanık oluyorum. Bu yemeği “güveçte köfteli kuru fasulye” ya da “güveçte kuru fasulyeli köfte” olarak adlandırabiliriz sanırım. Yemeğin ardından öğlen namazını Murat Paşa Camii’nde kılıyorum. Kapan Han’da çaylarımızı içip Vardar nehrine ve Taş Köprü üzerinden Makedonların yoğunlukta olduğu yakaya geçiyoruz.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

Arnavutluk’taki Müslümanların daha sık muhatap oldukları Rahibe Teresa miti ile ilk önce burada karşılaşıyoruz. Dini kimliğin üstünlüğünü göstergeler üzerinden sağlamaya çalışan Hıristiyan unsurlar için önemli dayanaklardan birisidir Rahibe Terasa. Hıristiyanların ve misyoner kurumların Rahibe Teresa üzerinden yürüttükleri stratejilerin bir kısmını Arnavutluk’a geçtiğimizde anlatmak daha yerinde olacak. Ancak burada Balkanlardaki Hıristiyanların, dini kimliğin üstünlüğünü sağlamak için verdikleri mücadelelerde Haç’ların önemli yeri olduğunu belirtebiliriz. Balkanların yüksek dağlarına devasa haçlar dikip, bölgenin Hıristiyanlığını ilan etmek son zamanlarda oldukça popüler.

Anlattıklarımdan bölgenin Hıristiyanları ve Müslümanlarının aralarının iyi olmadığı sonucuna varılabilir. Sokakta farklı dinden insanlar arasında husumet bulunduğunu gösterebilecek gözlemlerim olmadı. Ancak politika üreticilerinin aralarının iyi olmadığını söylemek mümkündür. Komünist Yugoslavya döneminin İslam kültürünü ve Müslüman unsurları silikleştirmesi, 1991’de kurulan Makedonya’da da Müslümanların azınlık statüsünde olmalarını beraberinde getirdi. Müslümanların karşılaştıkları kötü şartlar kısmen devam etti. 2001 yılındaki iç çatışmaların neticesinde ise Müslümanların kültürel bağımsızlıklarının önü açılmış ve Arnavutça Makedonya’nın ikinci resmi dili haline gelmiştir.

Akşam olunca Köprü Kültür Sanat ve Eğitim Derneği’ni ziyaret ediyoruz. Makedonyalı Türklerin kurmuş olduğu bu dernek kültürel çalışmalarıyla Makedonya’daki farklı milletlerden Müslümanlar arasındaki birlikteliğe katkı sağlıyor. Üsküp’teki Kiril ve Metodiy Üniversitesi öğrencilerinin 2002 yılında yayınlamaya başladıkları Köprü Dergisi etrafında başlayan çalışmalar 2003 yılında Köprü Kültür Sanat ve Eğitim Derneği’nin kurulmasıyla birlikte daha kapsamlı bir şekilde yürütülmeye başlanmış. Köprü, günümüzde farklı dinden insanlar arasında da vicdan ve adalet ekseninde ilişkiler geliştireceğe benziyor.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

Köprü Derneği’nin bahçesinde Makedonya Merhamet Derneği başkanı Andan İsmaili ile buluşuyoruz. Adnan İsmaili, Türkiye’de Balkanlarla ilgilenen kamunun gerek Balkan coğrafyasındaki çalışmalarıyla, gerekse Aliya İzzetbegoviç’e olan yakınlığıyla tanıdığı bir isim. Arnavutların geçmişte Hıristiyan olduklarına yönelik efsanelerin üretildiğini ve bölgedeki Hıristiyan unsurlarla ortak kökenler oluşturacak tarihi veriler oluşturulduğunu öğreniyoruz. Özellikle Büyük İskender ve Rahibe Teresa isimlerinin bu ortak tarih çiziminde ön plana çıktığını dinliyoruz Adnan beyden.

Büyük İskender’in Balkanlarda tek bir sahibinin olmadığı kesin. Yunanistan’ın Makedonya ile paylaşmaya yanaşmadığı Büyük İskender, Makedonlar tarafından Arnavutların da kökenine gönderilerek Balkanlarda bir anonim haline getirilmek isteniyor olabilir. Makedonya, Yunanlıların kimseye bırakmadığı Büyük İskender’i “bütün Balkanların babası” yapıp böylelikle kendi kullanımına da açmış olmayı planlıyor bekli de. Yunanistan ve Makedonya arasında yaşanan isim kavgasını kısaca açıklamak gerekir. Yunanistan, “Makedonya” adının tamamen kendilerine ait bir tarihi ifade ettiği yönündeki iddia ile “Makedonya Cumhuriyeti” isminde bir devlet kurulamayacağını savunuyor. Makedonya’nın bağımsızlığının ardından Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’de açtığı isim davası sonucunda, Birleşmiş Milletler Makedonya’yı “Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti” adıyla tanımaktadır.

Köprü Derneği’nden ayrıldıktan sonra geceyi geçirmek için Ensar Kültür Yardımlaşma Derneği’nin yurduna misafir oluyoruz. Ensar Derneği ise 2002 yılında Üsküp’te kurulmuş ve Makedonya halklarının yakınlaşmasına ve dayanışmasına öncelik veren bir kurum.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

Ertesi gün Üsküp’ten ayrılıp Makedonya’nın güneyine doğru yol alıyoruz. İlk durağımız Kalkandelen oluyor. Burada en çok görülmeye ve keşfedilmeye değer olan nokta Alaca Camii’dir diye düşünüyorum. 15. yüzyılın sonlarında Hurşide ve Mensure hanımlar tarafından yaptırılan Alaca Camii, 19. yüzyılda bölgedeki Osmanlı paşaları tarafından mükemmel bir zarafete kavuşturulmuş ve tam bir sanat eseri haline getirilmiş. Kare planlı inşa edilen cami, iç ve dış süslemeleriyle Osmanlı sanatının en somut hallerinden birisi.

Kalkandelen’den ayrılarak Yunanistan sınırına doğru ilerliyoruz. İlk durağımız Rense oluyor. Rense, Osmanlı’nın son dönemlerinde Balkanlarda yaşanan karışıklıklarda Bulgar çetelerine karşı sürdürülen direnişin merkezi olmuş bir bölge. Ayrıca, İttihatçılardan meşhur Resneli Niyazi’nin adını aldığı şehir burası. Bugün sıkça kullanılan “niyazi olmak” tabirini borçlu olduğumuz Resneli Niyazi. Resne’nin ardından Manastır’a uzanıyor yolum. Manastır’da Mustafa Kemal’in de eğitim aldığı Askeri İdadi’ye gidiyorum. Okul bugün tarih ve toplum araştırmalarının yapıldığı bir enstitüsü olarak kullanılıyor. Makedonya’da son durağım ise Ohri. Ohri gölünün kıyısında kurulan güzel ve küçük bir şehir burası. Prizren’de tanıştığımız kişilerden Türkçe konuşanlarının bir Karadeniz şivesine sahip oldukları gözümüzden kaçmamıştı. Ohri’de Karaman şivesi kulağımıza çalınıyor. Bu durumun doğal sebebi olarak Osmanlı döneminde Karadeniz ve Karaman bölgelerinden gelip buraya yerleşen aileleri zikredebiliriz. Nüfusunun %10’u Müslüman olan ve toplam 10 caminin bulunduğu Ohri’de ikindi namazını kılmak üzere Halveti geleneğine bağlı Hayâti Efendi dergâhına gidiyorum. 370 yıllık bir geçmişi olan dergâhta her vakit namazın ardından zikir yapıldığını öğreniyorum. Balkanların bitip tükenmek bilmeyen dağlarının arasında, Ohri gölünün ufuklarında güneşin batışını izleyerek Makedonya ile vedalaşıyorum.

Makedonya’da yaşayan insanlar, Balkanlar’ın geri kalan tüm sakinleri gibi, bölgenin geçtiğimiz yüzyıldan itibaren devam eden parçalı yapısına muhatap olmaktadırlar. Ancak, Müslümanların yaşadığı entelektüel gelişim, bölge insanlarının tümünü gelecek bir vakitte adaletli bir çatı altında buluşturacağa benzer.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ…