İran Sineması Türk Sinemasına Örnek

Filmler
İran Sineması üzerine kapsamlı çalışmaları olan Aktaş’a göre İran sineması Türk sinemasına örnek oldu ve Nuri Bilge Ceylan’da olumlu, hazmedilmiş bir Kiyarüstemi etkisi var… Politik ...
EMOJİLE

İran Sineması üzerine kapsamlı çalışmaları olan Aktaş’a göre İran sineması Türk sinemasına örnek oldu ve Nuri Bilge Ceylan’da olumlu, hazmedilmiş bir Kiyarüstemi etkisi var…

Politik alandaki gelişmeler doğrultusunda aklımıza gelen ve Batılı haber kaynaklarının gösterdiği açıdan Doğu’ya bakınca gördüğümüz ilk yer olan İran, aslında, tahmin edemeyeceğiniz kadar bize yakın. Biz derken, Türklük ya da Türkiyelilik kavramı değil de kendini bu coğrafyada var bilen, bu şekilde var olanları kastediyorum. İşte İran’ı bu bilinçle anlayabilmemiz için sanatına bakmamız gerekiyor. İran’ın genelde sanatına özelde ise sinemasına bakmak gerektiğinde de ilk başvurulacak isimlerdendir Cihan Aktaş. İran Sineması üzerine kapsamlı çalışmaları olan Aktaş ile bu mevzuyu ve son çalışmalarını konuştuk.

20 yıldır İran’ın toplumsal, kültürel ve siyasal değişimlerini izliyorsunuz. Son dönemde sinemayı da içine alan ciddi bir kültürel derinliğin içindesiniz. İran’ın kültür ve sanat alanında çok kadim bir yapısı var. Türkiyeli bir yazarın gözüyle bu yapıyı nasıl tasvir ediyorsunuz?

Tabii böyle bir yapıyı tek bir sebeple açıklamak mümkün değil Abdülhamit Bey. Süreklilik kavramı üzerinde durmak mümkün belki. Olduğu yerde dikey bir şekilde gelişen ve kültürel anlamda büyük sarsıntılar yaşamamış, sosyal ve kültürel depremlerden büyük ölçüde etkilenmemiş bir toplumdan söz ediyoruz. İranlılar Moğol istilasına medeniyetlerini tahrip eden büyük bir yağma olarak atıfta bulunurlar her zaman, ama bu istila sırasında, Moğollar bile yerleşik kültür değerlerinden etkilenmişlerdir nihayet. Kadim Pers kültüründe bir medeniyeti ayakta tutacak ve ileri hamlelerine de izin verecek değer kodları, İslam Dini’nin kabulünden sonra inkâr veya reddedilmemiş, Tevhidi dinin esaslarına riayet eden bir süzme ve dönüştürme işlemi gerçekleştirilmiştir. Ortadoğu’da devletler esasen ulus kökenli değil, din temellidir ve karşıt kültürlere de özerklik tanırlar. Marduk Tapınağı’nın yazıtlarında "Kurtarıcı Kral" olarak övülen Kuruş’un ordusuyla gittiği ve fethettiği her yerde tapınakları ve inançları koruma altına aldığını aktarıyor Joseph Campbell, Batı Mitolojisi’nde. Bu yaklaşım İslam Devrimi’nin İran’da Ermeni, Asuri ve benzeri azınlıklara yaklaşımda da ifadesini buldu. Kuşkusuz jakoben modernleşme dönemine özgü sert uygulamaların sebep olduğu travmaları da dikkate alıyorum bunları söylerken. Konuyu dağıttık sanırım.

Taziye geleneği sinemaya can veriyor

Kültür ve sanatta derin yorumların oluşumunda göz ardı edilemeyecek bilgiler bunlar. İslam İnkılabı, kültür ve sanat alanına nasıl yansımış; özellikle olumlu noktalar açısından…

Sinema, resim, karikatür alanında önemli yansımalar var. Musiki fıkhî açıdan şaibeli bir alan olduğundan, herhangi bir şarkı "gına" kapsamında mıdır, değil midir diye tereddütler sürüyor ve bazı gelişmeler yeraltında gerçekleşiyor. Tabii izinli musiki alanlarında, klasik İran musikisi alanında da ürünler veriliyor. Kültür ve sanatta yeni gelişmeler tasvirle ilişkili alanlarda kendini gösteriyor. Bunun birkaç nedeni var. Bir kere İran kültüründe tasvir ve nümayiş, Sünni/Osmanlı kültüründe mevcut olmadığı ölçüde yaygın ve fıkhen meşruiyet buluyor. Öte taraftan sinemayı altyapı olarak besleyen bir taziye oyunları geleneği var ki her türlü altyapısıyla sinemaya kan veriyor. Üçüncü etken ise devrimin getirdiği taze, tazelenmeye açık ruha ilaveten, bir devrimin kendini dünyaya en etkili yollarla anlatılmasına duyulan ihtiyacın bilinci.

Geçen aylarda www.dunyabulteni.net’te yayınlanan bir yazımda Mecid Mecidi’nin Peygamberimizin (s.a.) çocukluğu üzerine yaptığı filmi konu almıştım. Mecidi bu konuda kendisiyle yapılan bir söyleşide  sinema alanındaki tecrübelerinden hareketle her zaman dile getirdiği bir kanaatinin altını çiziyor, günümüzde Müslümanların şifahi kültürlerinden tasviri kültür üretmeye zorunlu olduklarını belirtiyor.  Günümüzde kelam nispeten etkisini yitirmiştir, zamanımızın sözü geçen dili artık tasvir dilidir, diyor hatta. Gerçi bu görüş bana biraz aşırı bir yorum gibi geliyor bir kitapsever ve yazar olarak, ama görsel kültürün gençleri ne şekilde etkilediği de ortada.

Sinemadaki gelişme üzerinde daha fazla duralım mı… İnkılap, Yeni İran Sineması’nı doğuran bir takım uygulamalara gitti. Bu resmi nasıl okuyorsunuz? İnkılaba rağmen mi, sayesinde bir gelişim mi bu?

İnkilab’a, devrime rağmen değil kuşkusuz. Malum, İran Devrimi’nin adlarından biridir "kaset devrimi." Devrimcilerin yeni teknolojileri ve iletişim araçlarını kullanmakta çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Organize olma yeteneğinin bir parçasıdır bu başarı bir açıdan ve törensellik alanındaki maharetten de bağımsız değildir. Tasvir kültürüne eklenen kendini ifade ihtiyacı, devletin sinemaya büyük destek vermesinin bir sebebi. Üstelik bunun karşısında devlet ideolojisinin sanatçılardan bağımlı bir sanat, bir propaganda sineması üretmesini beklemediklerini belirttiklerini de görüyoruz. Bu nedenle de Kiyarüstemi gibi devrimden yıllar önce eser vermeye başlamış olan yönetmenler çizgilerini koruyarak çalışmalarını sürdürme imkânını buldular bu sinema zemininde. Sinemaya mesafeli aileler ve kesimler devrimin ardından bu sanatın yapıldığı atmosferin ve dilinin temizlendiği inancıyla sinemaya gitmeye, çocuklarını, hatta kızlarını sinema okullarına göndermeye başladılar. Sonuçta farklı, yüksek manevi değerleri iletme başarısı gösteren bir sinema ideali devrimden önceki İslami gençliğin gündeminde yer alan bir konuydu. Ali Şeriati, Çernişevski’nin eserini çağrıştıran ismiyle yazdığı "Ne Yapmalı" isimli kitabında sinema ve tiyatronun toplumun dini telakkisini geliştirmedeki öneminin üzerinde duruyordu. Sinemanın ideolojik sebeplerle sınırlanması 90’larda, muhafazakâr yönetimlerin sansür politikalarıyla başladı ve 2000’lerde, Ahmedinejat hükümeti sırasında da abartıyla sürdü. Sinemanın temelini atan ekibin hiç dileyemeyeceği şekilde sathi dini filmler yapıldı. Yönetmen gösterim izni alabilmek için filmine namaz sahneleri koymaya başladı örneğin.

İran sinemasının olmazsa olmaz kuralları

"Sansür"den söz ettiniz. İdeolojik sansürden de önce İran  sinemasında belli kurallara uyma gereğinden kaynaklanan bir sansür yok muydu… Batılı jargonla ‘sansür’ diyebileceğimiz bu olgu, İran sinemasının gelişimine nasıl bir etkide bulundu?

Sansüre tamamen olumlu bir anlam biçmek istemem. Sansür politikacıların elinde keyfileşir, sanatçıları, fikir adamları güdükleştiren bir mahiyet kazanabilir pekâlâ. Fakat sözünü ettiğimiz kurallar dini bir devrimin ardından tasarlanan yeni İran sinemasının olmazsa olmaz kurallarıydı. Sinemada pornografi ve erotizm olmayacak, şiddet sahnelerine yer verilmeyecek, bayağı ve insanı alçaltan sahne ve bildirimlerden kaçınılacak… Elbet dini değerler ve genel olarak kutsallarla ilgili de bir hassasiyet söz konusu. Bütün bu sınırlamaların zaten yeni bir kadro halinde çalışmaya başlarken zihnen bu sınırlamaları içselleştirmiş yönetmenleri yeni anlatım üslupları arayışına sevk ettiği söylenilebilir. 80’ler bir denemeler dönemidir ve en başarılı eserler 90’larda verilecektir. Sınırların varlığı özellikle 80’lerde filmlerde kadın oyuncunun pek ön planda olmaması gibi bir sonuç ortaya koyar. Aşk, ilahi aşk olarak, İrfani sinema arayışı çerçevesinde işlenir. Tarkovski etkisinden bu nedenle de söz edilir. Sınırlamaların bir diğer sonucu yönetmenlerin kameralarını yeni sinemanın açık örtük kurallarından etkilenmeyecek olan çocukluk çağına çevirmeleri. Bu alanda çok başarılı örnekler kondu ortaya: Kiyarüstemi’nin Dostun Evi Nerede’si, Mecidi’nin Gökyüzü Çocukları, Kiyamers Purahmed’in Mecid’den Hikayeler’i…

İnsanın ruh dünyasına inebilen sinema

Tarkovsky etkisinden bahsettiniz. Rus sineması ve özellikle Tarkovsky elbette, İran sinemasını ne oranda etkilemiştir? Ya da İran sinemasını/sinemacılarını en çok etkileyen diğer ülke sineması hangisidir?

Tarkovski elbet bir dalga halinde dünyada kendi kuşağını ve ardıllarını etkileyen bir yönetmen. Hollywood sinemasının karşısında apayrı bir imkânı derinleştiriyor sinemada. İnsanın ruh dünyasına iniyor ve görülmeden geçilene, sıradan sayılarak ihmal edilene yöneltiyor dikkatini. Propagandaya dayanan Sovyet sanatının maddi, metalik seslerine karşılık Tarkovski insana yüreğinin sesine kulak vermeyi, bastırılan mazinin sayfalarını görmenin ve anlatmanın inceliklerini öğretir. Ateist bir sanat anlayışı karşısında dindar bireyin trajedisini etkileyici bir dille anlatır. Bu temayül İran devrimini oluşturan hassasiyete de karşılık geldiği için, İranlı sinemacıların Tarkovski’den etkilenmeleri çok tabii. Bu sinemadaki dalgalanmaların da belirlediği etkinin hemen yanında. İtalyan yeni gerçekçi sinemasının tema ve imgeleri yer alır. Böyle bir tanıma çabası bilinçlidir ve genç kuşak yönetmenlerin eserlerinde izleri görülebilir. Toplumsal gerçekçilik, büyülü gerçekçilik… Bisiklet Hırsızları beyaz perdede yönetmen adayı gençlere, sokak çocukları nezdinde tüm madunları görme ve gösterme borcunu anlatmaya devam eder. Yeni  kuşak sinemacılarda da açık örtük Haneke, Lynch, Kubrick gibi yönetmenlerin etkisini görüyorum doğrusu. Gişeye dönük film yapma kaygısı da bu etkilere kapı açıyor. Üstelik bir de cd ve dvd piyasası rekabeti var. Gerilim, hareket, gizem katmak istiyor genç yönetmenler filmlerine.

Hayat pahalı diye yoksulluğa teslim olmaz kadınlar

İran toplumunda ve sinemada kadının rolü ne boyutta?

İran kadınların etkin olduğu bir ülke. Bunun önemli bir sebebi Hz. Fatıma’nın sahip olduğu büyük saygınlık. Yani kültürel olarak kadının sırf kadın olmasından ileri gelen nedenlerle küçümsenmesi, aşağılanması kolay değildir. Ancak yine de geleneksel fıkhın ve örfün etkisiyle kadınlar miras, boşanma, erkeklerin ikinci evliliği, muta nikahı… gibi kimi konularda sıkıntı yaşıyorlar. Diğer tarafta devrimin kadınlara sağladığı bir vizyon ve katılım talebi var ki bunlar geri alınamayan etkiler yaratıyor toplumda. Üniversitelerde kız öğrenci oranının yüzde 60’ın üzerinde olması bir örnek. İranlı kadınların kanunların kendilerine tanıdığı hak ve hukukun ilerisinde bir duruşları ve vizyonları olduğu söylenebilir pekâlâ…

Geçtiğimiz aylarda İran’a yaptığım bir seyahatte, kadınların, hiç öngöremeyeceğim kadar sosyal hayatın içinde olduğunu gözlemledim. Anlattıklarınız da bunu doğruluyor. Bu açıdan verebileceğiniz örnekler var mıdır?

Kuşkusuz modern hayat sahnelerine özgü katılımları her zaman "başarı"yla ilintili göremeyiz. Kimi İranlı kadınlarda modern hayat tarzına özgü tecrübeleri edinme veya bu bağlamda katılımlar konusunda bir hırs olduğunu düşünüyorum. Güzellik salonları, yüzme havuzları, estetik ameliyatlar, kozmetik tüketimi, görkemli düğünler…  Bu bağlamdaki talepler, kısıtlı olarak yansıyan global popüler kültürün sahnelerine bir şekilde ilişme arzusuyla ilişkiliymiş gibi gelir bana. Ama bunların yanı sıra elinde kamerasıyla dolaşan siyah çarşaflı genç kızlar görürsünüz. Bir kadın bir başına kalkar, Karakurum sıradağlarının zirvelerini fethetmeye gider. Bisiklet parkı veya buna müsait her parkta kadınlar bisiklete biner, spor yapar, badminton oynarlar. Öte tarafta kadınlar bir grup oluşturur, sokak çocuklarına kucak açarlar. Yabancı dil kurslarına aşırı bir talep vardır. Hayat pahalı diye yoksulluğa teslim olmaz kadınlar, evlerinde ufak tefek bir üretim gerçekleştirmenin yollarını ararlar. Turlara çıkarlar, gruplar halinde veya yalnız, ülke içine veya dışına; yaşlı köylü kadınlar da hep hayalini kurdukları gibi hacca ve Kerbela’ya gitmek üzere otobüs kervanlarıyla yollara düşerler. Bavul ticaretiyle çocuklarını okutmaya çalışan o kadar çok kadın tanıdım ki… Sinema kurslarına, hikâye, şiir atelyelerine katılırlar. Sinemada da aynı ölçüde bir ağırlığa sahip İranlı kadınlar. Çok fazla kadın yönetmen var. Üniversitelerdeki kız öğrenci oranından söz etmiştim…

İran sineması Türkiye’ye örnek oldu

Bir olgu olarak Türkiye sinemasından bahsetmek çok da mümkün değil. Kendi sinemamızı oluşturmamız açısından, daha da önemlisi Müslümanların sinema alanında kendilerini var edebilmeleri bakımından İran sineması nasıl bir örnek olur ya da olabilir mi?

İran sineması Türk sinemasına zaten örnek oldu gibi geliyor bana. Nuri Bilge Ceylan’da olumlu, hazmedilmiş bir Kiyarüstemi etkisi var kanımca. Aynı olumlu etkinin Semih Kaplanoğlu için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Olağan bir etki bu. Yerli imkânları görmenin, sinemaya hayatın seslerini taşımanın, aynı zamanda sıradan olandaki mucizeye dönük anlama çabasının yollarını açmıştır İran sineması. Bu aynı zamanda tabii bir süreç; sinema sevgisiyle dolan bir kuşağın ürün verme azmi, Ahmet Uluçay örneğinde olduğu gibi, basit bir kamerayla muhteşem sahneleri çekmeye götürüyor bozkırın insanlarını.

Biraz da sizden bahsedelim. Neler yapıyorsunuz? Yeni çalışmalarınız, projeleriniz nelerdir? İranlı yönetmenlerle ilgili bir kitap  hazırladığınızı biliyoruz. Ne zaman okuyabileceğiz bu kitabı?

Romanımı gün yüzüne çıkarmam gerekiyordu önümüzdeki sene, böyleyken bu yaz bir nehir hikaye çarptı bana İstanbul’da; masa başına geçme fırsatı bulur bulmaz onu yazmaya başladım. Rutin olarak ayda on bir yazı yazıyor ve bu yazılardan birinden olsun vazgeçmek istemiyorum. Haftada iki gün üniversitede ders veriyorum. Masamın üzeri okumam gereken, okumaya devam ettiğim kitaplarla dolu. Zamanın baskısını duyuyorum bu yüzden. İranlı yönetmenlerle ilgili kitabımı da vakit darlığı nedeniyle bir türlü yayına hazırlayamadım ya…

Milli Gazete