Erkan Mumcu AK Parti’den adam çaldı

Olaylar
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 10 yıldır AK Parti’yi yıkmak için birilerinin her şeyi yaptığını iddia ederek, ”Erkan Mumcu’yu biz başka partiden aldık. Hemen Milli Eğitim Bakanlığ...
EMOJİLE

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 10 yıldır AK Parti’yi yıkmak için birilerinin her şeyi yaptığını iddia ederek, ”Erkan Mumcu’yu biz başka partiden aldık. Hemen Milli Eğitim Bakanlığı’nı, arkadan Kültür Bakanlığı’nı verdik 2,5-3 yıl. Partiden 8-10 adam aldı, birkaç tane de CHP’den adam getirdi, 3 günde grup kurdu” dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa’daki yerel televizyonların ortak yayınladığı “Medya Buluşması” adlı canlı yayın programında önemli açıklamalar yaptı.

BAŞKANLIK SİSTEMİ

Başkanlık, yarı başkanlık veya parlamenter sistemler demokratik rejimlerde yeri bulunan yönetim biçimleri. Türkiye için hiçbiri yabancı değil. Herkes neyin nerde nasıl uygulandığını çok iyi biliyor. Cumhuriyet döneminden itibaren önce tek partili, sonra da çok partili siyasi hayata girildi. Şimdi parlamenter demokrasi geleneğinde yönetiliyoruz. Ama ABD’de başkanlık sistemi var. Otoriter sistem yok. Obama, istediği adamı tayin edemiyor senato kabul etmedikten sonra, istediği ülkeye silah gönderemiyor senato kabul etmedikten sonra. ‘Çek-balans’ sistemi vardır. Bir yere yetki verirseniz o yetkiyi kontrol edecek başka bir mekanizma kurmanız lazım. Fransa’da ise yarı başkanlık sistemi var. Biz Danıştay’ı örnek olarak Fransa’dan almışız. Bizim idari yapımız, genelde Fransız sistemine dayalı. Devlet bürokrasisinde de toplumda da Fransa’nın etkisi var. Yarı başkanlık sistemi de küçük nüanslarla millet tarafından seçilen bir başkana dayalı. Ama başbakan da var, ABD’de başbakan yok. ABD’de sekreterler var, başkana hizmet ediyor. Bunlar da parlamenter değil. Oradaki ‘çek-balans’, başkan ve başkanın seçtiği sekreterler tarafından… Milletvekilleri onları denetliyor.

Türkiye 1920’li yıllardan bu yana parlamenter sistemi benimsedi ve kabul etti. Önemli olan Türkiye daha iyi nasıl yönetilebilir? Başkanlık sistemiyle mi yarı başkanlıkla mı parlamenter sistemle mi veya alıştığımız bu kalıplar dışında başka demokratik sistemle mi? Bunların hepsinde demokrasi var. ‘ABD’de demokrasi yok’ diyebilir misiniz, ‘Fransa’da yok’ diyebilir misiniz? Başkanlık sistemi, Türkiye’de tartışılmalı mı? Tartışılmalı. Başka sistem tartışılmalı mı? Demokratik olmak şartıyla elbette tartışılmalı. Fikir, düşünce özgürlüğü varsa… ‘Hayır kardeşim bugünkü sistemden başkasını zinhar konuşturmam’ derse bir adam, o adamın zekasından şüphe etmek lazım. Konuşulabilir. Kabul edilmesi ayrı. Bunun anayasal altyapısının olması lazım. Bunun olması için de önümüzdeki yeni anayasada dikkate alınması lazım. Yeni anayasada dört parti, bir konu üzerinde ittifak ederse, yeni anayasanın altyapısı hazırlanırsa buna da kimsenin itirazının olmaması gerekir.

CUMHURBAŞKANI’NI HALK SEÇECEK

Türkiye’de cumhurbaşkanı seçimi yöntemi değişti. 367 hokkabazlığı ile bize Meclis’te cumhurbaşkanı seçtirmeyenler karşılığını gördü. Anayasayı değiştirdik, referanduma gittik. Halka, ‘Cumhurbaşkanını halk seçmeli mi?’ diye sorduk, ‘Evet’ dedi halk. Cumhurbaşkanı ilk kez 2014’te halk tarafından seçildi. Eski sistemde bir cumhurbaşkanı, 7 yıllığına tek defa seçilirdi. 7 yıl uzun süre. Cumhurbaşkanının yetkileri çok fazlaydı. Açın anayasa kitapçığını, 4 sayfa cumhurbaşkanı yetkileri var, halen devam ediyor. Yargıya üye seçmekten tutun, bir sürü yetkisi var, yürütmeye bir sürü yetkisi var.

Bu kadar yetki karşısında cumhurbaşkanının hiçbir sorumluğu yok. Cumhurbaşkanının süresi, uzun yetkileri çok fazla ve üstelik hiçbir sorumluluğu yok. Anayasada sorumluğu tektir o da vatana ihanet suçlaması… Bundan suçlanırsa ancak o zaman yargılanabilir. Tarihte yok, bundan sonra da olması mümkün değil. Eskiden cumhurbaşkanını Meclis seçiyordu, şimdi halk seçecek. İki turlu.. Birinci turda yüzde 51 alınmazsa ikinci tura geçilecek. Halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı bu kadar yetkiyi kullanacak. ‘Artık klasik cumhurbaşkanı olmaktan çıkıyor, aslında adı konulmamış bir başkanlık sistemi haline geliyor’ diyenler de var. Eğer çelişkiler varsa, yeni anayasada bu çelişkileri giderecek yöntem bulmalıyız.

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN SÖZLERİ

Türkiye’de başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi ya da başka sistem demokrasi içinde kalmak şartıyla tartışılabilir olması durumunda en doğru yolun bulunacak. Ama birileri, bu başkanlık koltuğunu, başkanlık makamını, başkanlığın yetkilerini güçlü lider olan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında gördükleri için, siyaseten karşı çıkıyorlar, bilimsel olarak karşı çıkmıyorlar. Anayasal olarak, yönetim biçimi olarak karşı çıkmıyorlar. ‘9,5 yıldır tek başına iktidar, 10 yıldır partisini başarıdan başarıya götürüyor. Türkiye’yi büyüttü, kalkındırdı, güçlendirdi, dış politikada etkin. Bugüne kadar neler neler yaptık da yerinden kıpırdatamadık. Bir de bu adam başkan olursa kardeşim bizim halimiz ne olur?’ Bütün endişe budur. Bunun çok somut örneğini, Sayın Başbakan elindeki bir yazıdan okuyarak verdi. Rahmetli Alparslan Türkeş, MHP’de herkesin, başta Sayın Bahçeli’nin her sözüne, her konuşmasına itibar ettiği bir insandır. Her yıl, ölüm yıl dönümünde mezarı başında ibrikle sular, duasını yapar. Alparslan Türkeş’i, ben de Türk milliyetçisi olarak, siyasetçisi olarak parlamentoda yaptığı çalışmalarla takdir ederim. Türkiye için yaptıkları konusunda övgüyle bahsedebilirim. Alparslan Türkeş’in fikirleri beni bağlamaz. Ben 9 ışık ilkesine inanmış değilim. Milliyetçilik noktasında onlardan farklı bir noktadayım. Ben de ülkemi bayrağımı seviyorum ama benim kriterim, ‘ben bu ülke için ne yaptım’dır.

Bahçeli’nin, bütün sözlerine inandığı Alparslan Türkeş’in başkanlık sistemiyle ilgili sözlerine “Hayır” demesi mümkün değil. Türkeş, ‘bizim geleneklerimizde, töremizde, inancımızda başkanlık sistemi vardır. Biz, Türk milleti olarak güçlü bir liderliği beğenir ve arkasından gideriz’ diyor. ‘9 ışığın temel prensibi başkanlıktır’ diyor. Bunu okudu Başbakan. Hepimiz merak ediyoruz; Bahçeli bu işe ne diyecek? Ne dese beğenirsiniz, ‘9 ışıktan bahsetmene sevindim ama sen ruhuna bak, orada yazılı olana bakma. Sen özüne bak.’ Büyükanıt da öyle demişti, ‘Sözde değil, özde laik olacak cumhurbaşkanı’ demişti.

Alparslan Türkeş’in söylediklerine karşın yapılan açıklamalar dikkat çekici. (Bizim de fikrimiz böyledir, biz 9 ışığa iman etmiş insanlarız) demesi gerekenler, sırf Ak Parti’ye karşı olmak için, sırf Tayyip Erdoğan’a karşı, kıskançlık, haset içinde oldukları için, güçlü liderliği altında ezim ezim ezildikleri için, Türkeş’in sözlerini bile inkar edecek noktaya geliyorlar. Biz öyle yasalar çıkarıyoruz ki projeler yapıyoruz ki CHP, ‘Bizden çaldınız bazılarını’ diyor. Ne kadar güzel, özenmişiz, doğru bulmuşuz. Gelin o zaman destek olun parlamentoda. Aleyhte konuşup ret oyu veriyorlar, neden? ‘Biz size muhalefet etmek zorundayız’ diyorlar. Bizimle yarışmayı millete daha çok hizmet etmek olarak anlayacakları yerde, Ak Parti’nin güçlenmesini, Başbakan’ın, hükümetin güçlenmesini istemiyorlar. Soruyorum; 26 maddelik anayasa değişikliğine MHP, CHP niye ‘hayır’ demiştir?

“Türkiye hangi sistemle daha iyi yönetilir?” sorusunun konuşulması gerekiyor. Ben şahsen Meclis Başkanlığı yaptığım dönemden itibaren TBMM ağırlığının daha yukarıda olmasını isterim, bunu tecrübelerimle gördüm. Ama biri beni ikna etse, ‘Başkanlık sistemi daha iyidir’ dese veya başka sistemi söylese de ben kesinkes reddetmem. Ben fikirlere açığım. Mutlaka başkanlık veya bir başka tartışmanın kavga ederek, küfürleşerek değil, fikir bazında, anayasa bazında tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

YENİ TEŞVİK SİSTEMİ

AB’de işçiler eksilere imza attı, birçoğu maaş alamaz hale geldi. Buna karşın Türkiye iyi yolda. Özellikle finans sektörü çok güçlü. Finans sektörünün güçlü olması, Türkiye’nin AB ülkelerinin durumuna düşmesini engelliyor. Bu dengeyi bozmayacağız. Ekonomi yönetimi çok akıllı, vatansever insanların elinde. Ali Babacan’ı, Zafer Çağlayan’ıyla, Maliye Bakanı’yla hepsi 24 saat ekonomiyi takip ediyorlar. Bizim sıkıntımız cari açığın kapatılmasıdır. Biraz ithalata dayalı işlerin, ülkede yapılarak ithalatının kesilmesi, tasarrufun yönetilmesi, katma değeri yüksek ürünlerin yapılmasıdır. Ekonomide Türkiye’yi, ekonomi kurmaylarını veya ekonomiyle doğrudan ilgili insanları, kurum ve kuruluşları endişeye düşürecek hiçbir olumsuz gelişme yok. Ama her gün kadayıflı baklava yenmez, bunu yemek istemezsiniz. Her firmayla konuştuğunuzda, ‘sizin zamanınızda en çok kazancı elde ettik, işler çok iyi, aman istikrar bozulmasın bize düşen fedakarlık varsa biz de onu yapalım’ diyorlar.

KADINA ŞİDDET YASASI

Bu kanun çıktı ve uygulanıyor. Ama bilinçsizce, ahlaksızca, edepsizce kadına, kız çocuğuna şiddet uygulanıyorsa bu, eğitimsizlikten, cehaletten biraz da başka faktörlerden kaynaklanıyor. En iyi kanunları yapsanız bile bu kanuna uymayacak insanlar her toplumda bulunabilir.

Kanunu mahkemeler uygulayacak. Gözünü, başını morartmak sadece cahil insanların işi de değil. Gelirken gazetede okudum, elit tabakadan biri, TRT haber spikerinden biri, kocasından şiddet görmüş. Hangi kanun buna çare olacak? Evin içine giremiyorum ki. Halasının bacağını kırmış, karısının gözünü, başını kanatmış. Kanun var. ‘Önleyin’ derseniz binlerce aile var, binlerce sevgili, boşanmış insan var. Çocuklar meydana gelmiş, bunların her birinin başına muhafız dikmek mümkün değil” diye konuştu.

SAĞLIKTA ŞİDDET

Sağlıkla şiddet, kadına şiddet… Sadece sağlıkta değil, eğitimde de var. Öğretmenini döven edepsizler de var, öğretmenine karşı şiddet uygulayan öğrenci olmasa bile yakını var. ‘Sağlık elemanları’ dediğimiz zaman milletvekillerinden de doktora şiddet uygulayanlar çıktı. BDP’li kadın milletvekilinin emniyet amirini tokatladığını herhalde unutmuyoruz. Bu şiddet, bu saygısızlık, edepsizlik elbette karşılığını bulmalı. Onlar için ayrı kanun elbette düşünülüyor. Bazı olaylardan emniyetin de yargının da haberi olmuyor, ‘o kişi Allah’ından bulsun, rezil olmayayım’ diyor, utanıyor, sıkılıyor. Bir doktorun, bir zalim insan tarafından darbedildiğini düşünün, fotoğrafları çekilecek, her gün mahkemeye gidecek, boynu büyük olacak. Şimdi şikayet ve itirazı zorunlu kılıyoruz, ayrıca güvenlik önlemlerini artırıyoruz.

BDP’Lİ VEKİLİN DOKTOR DÖVMESİ

Van Milletvekili Özdal Üçer hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığı fezleke tanzim etti. TBMM’ye gelecek, belki de dokunulmazlığı kaldırılacak. Kaldırılırsa da yargılanması temin edilecek. Bir doktora karşı böyle bir hareketin olmaması lazım, kesinlikle buna kimse müsamaha göstermez.

GÜNERİ CİVAOĞLU’NUN 2014 SENARYOSU

(Gazeteci yazar Güneri Civaoğlu’nun, “2014 senaryosu” ve buna göre kendisinin bir yıllığına başbakan olacağının anımsatılması üzerine) Siz ‘senaryo’ dediğinize göre arkasındaki soruya gerek yok. Senaryolarda gerçeklik payı her zaman olmaz. RTÜK’ten biliyorum, ‘Muhteşem Yüzyıl’la ilgili çok şikayet olmuş. Ama RTÜK, muhteşem bir gerekçeyle bu şikayetlerin hepsini püskürtmüş. Ne diyor gerekçesinde, ‘tarihi olayları birebir canlandırmak ancak belgeselde mümkün olabilir. Oysa bu film veya bir dizi… Dizinin içinde kurguda ve senaryoda farklı şeyler olabilir. Gerçek hayatla sinemayı bir tutmamak lazım.

Herkes bir şeyler yazacak ve söyleyecek. Kimilerinin dedikleri, bilimsel verilere dayalı olabilir. Bir plandır, projedir, tutma ihtimali olabilir. Ama hayat mobil. Sizin bahsettiğinizin gerçekleşme ihtimali ancak iki yıl sonra mümkün olacak. Bu iki yıl 700 gündür. Bu 700 gün içinde neler olur neler. Dolayısıyla gerçek mi olacak değil mi insanlar yaşar mı insanlar yaşadıkları süre içinde nasıl değişim olur, siyaset nasıl bir tablo alır, halktaki değişim hangi istikamette olur, kim ayakta kalır, kim kapaklanır, kim yüzüstü gider? Bunları görmek için Allah ömür verirse daha iki yılımız var. Bugünden bakarak, ‘şu şuraya uygun, bu da buraya münasip’ derlerse, ne yapalım herkes yazacaktır, ağzı olan konuşur, kalemi olan yazar.”

ERKAN MUMCU NEREDE ŞİMDİ

Disiplinli bir partiyiz. Söz konusu disiplin, en alttakinden en yukarıdakine kadar birbirini seven, tanıyan ama parti çalışmaları ve hedef konusunda hatır, gönül ilişkisi bilmeyen bir ilişki anlamına geliyor. Böyle yapmasaydık 10 yıl ayakta kalmamız mümkün olmayacaktı. 10 senedir bizi yıkmak için her şeyi yaptı birileri. Bir kısmı yargıda. Tankla, tüfekle, cuntacılıkla yıkamayacaklarını anlayınca içimizden bizi yıkmaya çalıştılar. Bu partinin iki insanından biriyim. Her şey benim bilgim dahilinde oluyor. Meclis başkanıyken de böyleydi şimdi de böyle. Biz bu partiyi sokakta bulmadık, sokağa da teslim edecek halimiz yok. Erkan Mumcu’yu biz başka partiden aldık. Hemen Milli Eğitim Bakanlığı’nı, arkadan Kültür Bakanlığı’nı verdik 2,5-3 yıl. Bizi içimizden yıkmak isteyenler kanına girdiler, ‘aslansın, kaplansın kardeşim, sen bu partide heder olup gidiyorsun, bu partinin de sonu yok. Sen ayrıl, artı parti kur biz sana destek olacağız, sen Ak Parti’nin bile yerini tutabilirsin’ dediler. Bunu bana söylemeye cesaret edemezler. Söyleseler de alacakları cevapları biliyorlar. İnsanların zayıf tarafını bilenler var. Partiden 8-10 adam aldı, birkaç tane de CHP’den adam getirdi, 3 günde grup kurdu.

CHP’yle iki partili parlamentodayken o dönemde üçüncü bir parti çıkarıldı. 2,5 yıl bakanlık yapmışsın, her yaptığımız icraatı alkışlamışsın, biz de seni bakanımız diye sevmişiz. Birilerinin kışkırtmasıyla partiden adam çaldın, daha da alıp götürecekti, zor toparladık partiyi. Biz partiyi sokakta bulmadık. Nerede şimdi Erkan Mumcu, sokağa çıkabiliyor mu partisi var mı? Yok. Son seçime girebildi mi? 2007’ye bile giremedi.

ABDÜLLATİF ŞENER’İN PARTİSİ SEÇİME GİREBİLDİ Mİ?

Abdüllatif Şener de partinin kurucularındandı, teşkilatlanmayı birlikte yaptık. Çok çalışkan, akıllı bir arkadaşımızdı. Ona da aynı kanallar. ‘Seni cumhurbaşkanı bile yaparız be’ dediler. Deniz Baykal’ın, Önder Sav’ın cumhurbaşkanı adayıydı. Türkiye Partisi var mı şimdi, seçime girebildi mi?

Ak Parti’nin parçalanması için birçok hesaplar yapıldı. Siyasetin içindeyiz, kaşına gözüne bakarak adamı alırsın ama kalbindeki fesatlığı bilemezsin. Kimin tesirinde, kimin etkisinde, kimin arkasından gidiyor? Bizim çok dikkatli olması lazım.

KALEMİNİZİ SATMAYIN

Gazetelerin her köşesini olabildiğince takip eden, herkesin yazdığını anlamlandırmaya çalışan bir insanım.Kaleminizi satmayın. Bir insan belli kaynaklardan geçimini temin ediyorsa, bu geçimini temin ettiği kurum ve onun başındaki şahıs için her gün bir şeyler yazıyorsa kendine dikkat etsin. Ekmeğini yiyorsun, onun davulunu çalmaya mecbursun. Onun davulunu çalarken karşındaki insana vurma, bu bir. Ben bir bakan olsam, yatırımcı bakanlığın başında olsam, benim bakanlığım ihalesi çok olan bakanlık olsa, benim bakanlığımın ihalelerine katılan bir iş adamı gazete de çıkarıyorsa, o gazete benim aleyhimde bir şey yazabilir mi? Deneyin bakalım, yazamaz. Bir de buna dikkat etsinler. Ben bu siyasi hayatımda her söylediği sözü yapması mümkün bir bakan olarak eğer işi paraya tahvil edecek olsaydım, Türkiye’nin en zengin insanı olurdum. Ama evimi bile Bank Asya’dan aldığım parayla, borçlanarak almaya çalışıyorum. Meclis başkanlığımdan sonra arabamı da yine krediyle aldım. Elimde hazır param yok. Üç aylık maaşımdan başka gelirim yok, kimseden de hediye istemiş değilim.

Çok işlere vesile oldum ancak bunu hiçbir zaman maddi karşılıkla yapmadım. O gazeteci kesimi veya siyasetçi kesimi, birilerinin davulunu çalarak beni burada yıpratmaya kalkmasın, hepsinin ipliğini pazara çıkarırım. Kimlerden besleniyorlar, maaş alıyorlar, çıkar temin ediyorlar bunları bilirim. Bursa basınından memnunum, 1-2’si hariç onlar da niçin yazdıkları çok malum insanlar. Onlar adına Bursa medyasını suçlayacak değilim. Ama beni vurmaya kalkan insanın niçin bunu yaptığını da biliyorum. Birilerinin parasıyla bana yapıyorsa, vallahi burnundan fitil fitil getiririm.

28 ŞUBAT SORUŞTURMASI

28 Şubat süreciyle ilgili cumhuriyet savcılığının bir soruşturmasının var. Siyasi iradeyi zaten millet ortaya koydu ve 12 Eylül referandumuyla, darbelerin yargılanmasının yolunun açıldı. Söz konusu referandumda, CHP, MHP ve BDP “Hayır” dedi. Türk milleti ise Ak Parti, başka parti ve siyasi kuruluşlarla yüzde 58 oranında “Evet” dedi. Şimdi 12 Eylül yargılanıyor. 28 Şubat, resmen 12 Eylül gibi bir askeri darbe olmamakla birlikte, Silahlı Kuvvetler’in üst düzeyinde olanlarla, MGK’nın başında olan cumhurbaşkanının iş birliği yaptığı, medyanın destek ve teşvikinin bulunduğu, bazı meslek kuruluşlarının ön planda olduğu, yargıya brifingler verildiği, birtakım yalan ve yanlış haberlerle yönlendirmeler yapıldığı, piyasaya acayip insanların çıkıp, Türkiye’de sanki bir irtica korkusunun tekrar yaşatılmaya çalışıldığı bir dönem.”

O ZAMANIN TESK’İ VAR, TÜSİAD’I VAR, DİSK’İ VAR

Bu pişmiş kazanda, bu aşı pişirenlerin içinde, bu kazana ateş sağlayan, odun koyanların içinde şunlar da var denilebilİR. Mesela sözüm meclisten dışarı; o zamanın TESK’i var, o zamanın TÜSİAD’ı var, DİSK’i var, o zamanın işte şusu var, busu var. Onlara ‘Beşli çete’ dendi o zaman. Hepsi açıkça ortaya çıktılar; ‘şu hükümet yıkılmalı’ dediler. Şimdi ‘bunlarla ilgili bir soruşturma olacak mı?’ diye merak ediyorsanız, cevap yargıda. Savcılık eğer onlarla ilgili de bir soruşturmayı devam ettirecekse, belki bundan sonraki dalgalarda, belki de işin sivil ayağının da herhalde dikkate alınacağı düşünülebilir. Ama inanın bir Başbakan Yardımcısı olarak da istihbaratı güçlü şu veya böyle bir insan olarak da söyleyeyim, yani bu 28 Şubat sürecinin nasıl başladığı, savcının nasıl hazırlık yaptığı, bu hazırlığın içinde hangi isimlerin olduğunu ben bilmiyorum, merak da etmiyorum. Çünkü beni ilgilendirmiyor. Eğer siyasi bir konu olsaydı, yani Hükümetimizin şu veya bu şekilde içinde bulunduğu bir durum olsaydı, şüphesiz bunları bilirdim, müdahil de olurdum ve ‘şöyle olsun, böyle olsun’ derdim.

Son dönemlerde yapılanlar tamamen bir yargı operasyonu. Bu operasyonun nerede duracağını bilemeyeceğim. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ben ısrarla, belki bir yıldır, “Tutukluluk süreleri uzamasın ve cezaya dönüşmesin, tutaklama bir istisna olsun. Uzun yargılama olmasın, bir an önce dosyalar karara bağlansın” dedik. Bir de gözaltına almalarda, tutuklamalarda daha insani, vicdani hareket etmek lazım. Herkesin ailesi var, herkesin çoluk çocuğu var. Seveni var, sevmeyeni var. Sabaha karşı baskınlar yaparak, onu bunu alıp götürmek kamu vicdanını yaralar. Bu operasyonun ilk gönünde söylediğim odur, ‘Bir an önce sonuçlansın, gözaltına almalarda daha insani davranılsın ve kamu vicdanı yaralanmasın’ demiştim. Sayın Başbakanımız da benim söylediklerimi teyit etti.

28 ŞUBAT’IN MAĞDURLARINDAN BİRİ BENİM

28 Şubat mağdurlarından biri de benim. Düşüncelerimi de açıkça söyledim. Hatta Mehmet Ali Birand’ın 28 Şubat ile ilgili belgeselinin televizyon gösteriminde en çok konuşan, en çok alıntı yapılan kişi bendim.

Ama siz Bursalı gazeteciler olarak yapmanız gereken bir şey var, onu ihmal ediyorsunuz. Bunu hangi amaçla yapıyorsunuz bilemiyorum ama mesela Sayın Turhan Tayan’a gidip ’28 Şubat konusunda ne düşünüyorsunuz, siz onun neresindeydiniz, bu bir darbe miydi, değil miydi, bugünkü operasyonları nasıl karşılıyorsunuz?’ diye sormanız lazım. Yani Doğruyol Partisi’nde, merkez sağda siyaset yapmış bir insan, Cumhuriyet Halk Partisi’nde milletvekili seçilebilmişse, bu onun o zamanlarda da Cumhuriyet Halk Parti’li bir zihniyet taşıdığını gösterir mi? Saygısızlık yaptığım bir insan değil ama 28 Şubat’ta ne olup olmadığını, 28 Şubat’ta kimin nerede durup durmadığını, 28 Şubat’ın neresinde kimin kime destek olduğunu bilmesi gerek bu milletin.

CUMHURBAŞKANI SADECE VATANA İHANETTEN YARGILANIR

(Yayımlanan kapsamlı bir ankette halkın yüzde 58’inin Süleyman Demirel’in 28 Şubat’la ilgili yargılanmasını istediği yönünde bir sonuç çıktığının” anımsatılması üzerine ) Cumhurbaşkanı yargılanmaz. Cumhurbaşkanı sadece vatana ihanetten yargılanır, görev süresinde yapılanlardan dolayı. Mesela bakanlık görevimle ilgili bir suçlama olsa ancak Meclis soruşturmasıyla ben Yüce Divan’ın önüne giderim. İsteyen, ‘gel, ben seni aldım’ diyemez bana, anayasa var. Demirel’in yargılanmasından, bilmem nesinden bahsetmiyorum. Demirel’in bu millete bir hayrı dokunacaksa, o tarihte ne olduğunu açık yüreklilikle anlatması yeter. Yoksa biz onun savcının önüne gitmesini, mahkemenin önüne çıkmasını istemeyiz. Cumhurbaşkanlığı yapmış bir insan, beğenirim beğenmem ama milletin, karşısında cumhurbaşkanı olarak gördüğü bir insana, vatana ihanetle suçlama olmadıkça hiçbir savcı, ‘gel’ diyemez. Ama 28 Şubat sadece Demirel’den ibaret değil ki. O Doğruyol Partisi’nin içini kim boşalttı, kim kime ne teklif etti? Truva atları gibi Milli Güvenlik Kurulları’nda kim, ne için çalıştı? Hatta belli zatları Bursa’da ziyaretlere gelenler kimdi? Elimde kalem olacak da ben Bursa’da bunların peşini bırakacağım.

Yürekli bir gazetecinin, konuya ilişkin soruları alt alta sıralaması ve ilgililerine yöneltmesi gerekir. Bu, 28 Şubat’ın bir Bursa ayağı varsa orada veya burada bunu ortaya çıkarmak mecburiyetindeyiz. Tam 12 Haziran 1997, lojmanlardayız. Hepimize ‘darbe oluyor, herkes kaçsın’ dendi. Herkes yurt dışına çıktı, biz ‘buradayız, kim gelecekse bizi burada bulacak’ dedik. Kaçanların kim olduğunu arayan bulur, Refah Partisi değil. Ortağımızın içini kim boşalttı, 28 Şubat’ı çözmek için bunu bilmek lazım. Ben biliyorum da bunu burada anlatamam.

TSK İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİ’NİN 35. MADDESİ

(TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 35. maddesinin değişip değişmeyeceği yönündeki soruya) Söz konusu madde, cumhuriyeti koruma ve kollama görevini Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verir. Bu yetki ‘sen gerektiğinde darbe yap’ yetkisi değildir. Türkiye’de son dönemde sivil ve asker ilişkileri ilk kez en iyi noktaya geldi. Nerede olması gerekir, aynen batı ülkelerindeki gibi. Orada sivilin görevi nedir, askerin görevi nedir, konumları nedir, birbirlerine karşı sorumlukları nedir, Türkiye’de artık o var çok şükür. ‘Senin eğitim sistemini beğenmedim, imam hatip okullarının öğrencilerine katsayı uygula, canım böyle istiyor. Şu rektörü görevden al, evinde falan televizyon kanalını izliyormuş. Şunu ordudan at, eşi başörtü takıyormuş’ geçti o günler… Herkes kendi işini yapıyor. Hükümet de güçlü, asker de kendi alanında güçlü. Geldiğimiz nokta budur. Bir ara biliyorsunuz, ‘kışlaların ismi değişsin mi değişmesin mi?’ bunu tartışıyorsunuz, ne kadar yanlış bir şey. 33 vatandaşı kurşuna dizmiş, sorgusuz sualsiz Van’ın Özalp kazasında Mustafa Muğlalı olayı… Halen o acı yaşanıyor orada. O millet, bizim milletimiz. Sen o cinayetin işlediği yerdeki kışlanın adını gel ‘Mustafa Muğlalı Kışlası’ yap. Olacak şey mi bu? Ama iki sene önce kaldırabildik. İki sene evvel sadece o değil, benzer isimleri belli yerlerden kaldırdık. Bu, bir demokratikleşmedir. Askeri yargı 12 Eylül 2010 referandumunda yerini buldu.

Türkiye demokratik bir ülke. Sivil asker ilişkileri de en iyi noktaya geldi. Bu, orada kalmalı mı derseniz kalmamalı ama bunu sadece bu madde olarak değil, EMASYA protokollerinden vazgeçtik, askeri alanlar sivile devredildi. Jandarma bölgeleri polis bölgesi oldu, yapmadığımız şey kalmadı.

Hürriyet