Bosna’yı bir de baharda görün

Toplum
Duvarlarda, mezarı belli olmayan binlerce Boşnak şehidin ismi yazılı. Tüm parkların mezar olduğu ülkede, kaleme benzeyen sütunlarla bir öğretmen edasıyla çok şey söylüyor şehitler bize. Nasıl olsa Tür...
EMOJİLE

Duvarlarda, mezarı belli olmayan binlerce Boşnak şehidin ismi yazılı. Tüm parkların mezar olduğu ülkede, kaleme benzeyen sütunlarla bir öğretmen edasıyla çok şey söylüyor şehitler bize.

Nasıl olsa Türk Hava Yolları ile ortak uçuyorlardır düşüncesiyle aldığımız biletin, havaalanında bizi götürdüğü adreste başladı Bosna’nın dramı. Dev uçaklara yaklaşması yasakmışçasına alanın en ücra köşesine park edilmiş ‘pervaneli’ uçak, meğer Bosna Hava Yolları’na ait iki uçaktan biriymiş. Dünyanın gözü önünde soykırıma uğrayan bir ülkeyi görmek için, iki buçuk saatlik bir uçuştan sonra İgman Dağları’nı aşarak indik Saraybosna’ya. Baharla birlikte tüm renkler törene durmuş misafirlerini bekliyor gibiydi.

Yedi düvele karşı savaşmış Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in ülkesi 20. yüzyılda açık havada kurulmuş ‘mezarlık müzesi’ sanki. İstiklâl şairimizin dediği gibi: "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda/ Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda." Bastığımız yeri toprak diyerek geçmiyoruz. Çünkü kimi duvarlarda hâlâ mezarı belli olmayan binlerce Boşnak şehidin ismi yazılı. Tüm parkların mezar olduğu ülkede, kaleme benzeyen sütunlarla bir öğretmen gibi dimdik duruyor şehitler. Vatan, millet ve iman uğruna verilen mücadelede, düşman hattını görmek için ayakta kalan evler ise dramı anlatmaya yetiyor da artıyor bile. Zira şarapnel parçasının isabet etmediği, merminin değmediği, ateşin yakmadığı ev kalmamış Bosna’da. Hani savaş denilince, "çocuğa, kadına ve ihtiyara dokunulmaz" şeklinde evrensel bir ilke vardı ya. Bosna’yı yok etmeye niyetlenmiş kasapların, Saraybosna’da bombaladıkları huzurevi, Ahmiç Köyü’nde bir sabah namazı vaktinde camide yaktıkları insanlar arasında yer alan 4 aylık bebek ve annesi, ibret vesikası olarak hâlâ görülmeyi bekliyor. O cami yeniden yapılmış; çocuklar orada Kur’an-ı Kerim öğreniyor ama hemen yanında müzedeki fotoğraflar yürekleri dağlıyor. Fatih’in 1463’te fethettiği Bosna’da, evlad-ı fatihana duyulan birikmiş kinin fotoğrafı karşımıza çıkıyor; Saraybosna’da, Mostar’da, Travnik’te hatta haritalarda görülmeyen küçücük köylerde.

Son yıllarda turizm şirketleri, savaşın ve katliamın canlı tanığı Bosna-Hersek’e Türkiye’nin dört bir yanından seferler düzenliyor. Katliamın yaşandığı 90’lı yıllarda Aliya İzzetbegoviç’e iletilmek üzere kendisine verilen emaneti Bosna’ya getiren Ali Dokumacı’nın savaştan sonra kurduğu Fidan Turizm de onlardan biri. Yılda 6 bin kişiyi Saraybosna’da ağırlayan Fidan Tur, Türkiye ile Bosna arasında bir köprü adeta. Yol bilmez, dil bilmez biri olarak geldiği Bosna’da kendisine verilen emaneti Aliya İzzetbegoviç’e teslim eden Dokumacı için, İzzetbegoviç’in "Bu, devletin değil milletin parası." diyerek ayrı bir yere kaydettirmesi, o günden bugüne kalan güzel bir hatıra.

Tezgahlarda mermiden oyuncaklar

Medeniyet tarihinde suyun önemi tartışılmaz bir gerçek. Fatih Sultan Mehmet’in Bosna’yı fethedip sınırları genişletirken Travnik’te yeni bir şehir kurması boşuna değil. Tıpkı Bosna Nehri’nin doğduğu yer gibi, Travnik kalesinin altından da bir nehir çıkıyor.

Büyük fetihlerde, önden giden atlıların ne demek olduğunu anlamak içinse rotamızı Blagay Alperenler Tekkesi’ne çeviriyoruz. Fetihten önce Balkanlar’a giden dervişler, halkın gönlünde önemli yer edinmiş. Sırtlarını sarp bir kayaya dayamış, dağın dibinden çıkan buz gibi nehrin başına kurmuşlar tekkelerini. Yıllarca metruk bir halde bekleyen tekke, restore edilerek 3 Mayıs tarihinde ziyaretçilere açıldı. Açılışta yine tanıdık bir isim karşımızdaydı: Ali Dokumacı.

Bosna’ya saldıranların aslında bir medeniyet savaşı amaçladıkları büyük bir gerçek. Bunun ispatı ise Mostar. Sırplar, Boşnakların ‘Hilal’ ile simgeleştirdikleri İslam’a dair ne varsa hedef almışlar burada. Tüm dünya görsün diye çağırdıkları uluslararası televizyonların canlı yayınları eşliğinde yıkmışlar Mostar Köprüsü’nü. Köprünün girişindeki müzede kurulu televizyonlarda tekrar tekrar izleyebiliyorsunuz bu yıkılış anını. Mostar’da savaşı unutmak mümkün değil. Çünkü tezgâhlarda kullanılmış mermilerden yapılmış farklı farklı oyuncaklar var. Kalaşnikof mermisinden tank, şarapnel parçalarından helikopter ya da meçhul askerden bir kasaturayı isteyen herkes alabiliyor.

Şehide nine savaşın canlı tanığı

"Ben şimdiye kadar daima Müslüman kaldım ve bundan sonra da Müslüman olarak kalacağım. Bugün İslam için çalışmaktayım, hayatımın sonuna kadar da İslam için çalışacağım. Çünkü benim için İslam, yüce, iyi ve güzel olan her ne varsa hepsinin diğer adıdır." Bu sözler, vefat ettikten sonra vasiyeti üzerine şehitlerin arasına defnedilen Aliya İzzetbegoviç’e ait. O ve ülkesi için canını feda eden şehitler, hilal uğruna verilen mücadelenin simgesi haline gelmiş havuzun başında yatıyor.

Ya arkada kalanlar? Onlarsa Bosna’nın yaşayan tarihi. Tıpkı Bosna’nın nefes borusu olan tünel için kendi evini feda eden Şehide nine gibi. Savaşın canlı tanığı olarak bütün gününü, gelen misafirleriyle geçiriyor Şehide Nine. Her gün yüzlerce insan onunla aynı kareye girmek için bekliyor, şimdi müze olan evinin önünde.

Eşsiz doğal güzelliği ve katliamın arkada bıraktığı izler nedeniyle cep telefonlarınızı, fotoğraf makinesi olarak kullanmanız kaçınılmaz Bosna’da. Nehrin doğduğu yerden Mostar’a uzanan baraj gölünü takip eden yolda fotoğraf çekmek içinse profesyonel olmaya gerek yok.

Dedik ya ‘savaşın canlı tanığı’ diye, bu yüzden Bosna’yı iyi bir rehber eşliğinde gezmek gerekiyor. Yaşanmış acılara şahitlik ederken, can kulağıyla dinledikleriniz bilgi açlığınızı giderecek. Diğer pek çok turistik ülkeye göre, yiyecek ve içeceğin ucuz olduğu Bosna’da karnınızı doyurmak için en iyi adres ise baraj gölünün üzerindeki restoranlar. Ateşin karşısında pişmek için bekleyen kuzu kebaplar, açlığınızı gidermekle kalmayacak, ağzınızda unutulmaz bir lezzet bırakacak.

Dört günlük gezinin sonunda, Türkçe olarak yazılmış ‘güle güle’ levhasıyla uğurlanıyor Türkiye’den gelenler. Vizesiz geçişin kolaylığıyla yine Bosna Air’in İstanbul için bekleyen pervaneli uçağına biniyoruz. Planlanan vakitten yarım saat önce geliyoruz İstanbul semalarına. Hava trafiği nedeniyle İstanbul’u turluyoruz gökyüzünde. İnişin ardından tıpkı kalkarken olduğu gibi dev uçakların uzağına park ediyoruz yine. Havalimanının en ucuz yeriymiş çünkü burası. Uçaktan ağlayarak inen genç kızın ‘Bari inişte aynı muameleyi yapmasaydınız’ sözü, Bosnalı gazeteciyi hatırlatıyor bize: Bosna’nın işi zor. Silahlar sustu ama savaş devam ediyor.

Zaman